Hakikate Uduyla Eşlik Eden Bir Sanatkâr

Her büyük sanatkâr, kendi sanatını en güzide şekilde icra etmek ister. Sanatkârın en güzide olanı araması, en güzide olana doğru yol alması, sanatı içinde aradığı kendiliğine bir yol alıştır aslında. Bu yüzden, meşgul olduğu sanatın hakkını vererek tarih sayfalarına ismini yazdıran nice büyük sanatkârlar, sanatlarını üst düzeyde icra edebilmek ve ontolojilerine doğru olan arayışlarını daha da derinleştirmek için başta felsefe olmak üzeri, edebiyatla, resimle, plastik sanatlarla, zenaatlarla ilgilenmekten geri durmamışlardır. Birçok farklı kaynaktan beslenerek nihai noktada kendi meşgul olduğu sanatı kuvvetlendirir has sanatkârlar. Onların kendi sanatları, hayatı yaşama ve anlama; hayat içinde kendi benliklerini ve kendi ontolojilerini kavrama hususunda yegâne refakatçileridir. Bu sebeple has sanatkârlar, yalnızca sanatkâr olmanın ötesinde kişilerdir. Bizim medeniyetimiz, kendi sanatlarının yanında birden fazla başka sanatı da icra eden ve bu sanatlar vasıtasıyla kendiliğine doğru yol alabilen zevat için hezârfen demiştir. Ne yazık ki günümüzde böylesi zevata rastlamak pek mümkün değil. Bizler ancak yakın tarihimizde kendilikleri içinde ancak tüm cemiyetin düşünsel ve içtimai seyrine yön vererek yaşamış, böylesi bir yaşayışın yanında kendi sanatlarını da en irtifalı şekilde icra etmiş değerlerimizi bugün hatırlamakla tatmin olur durumdayız. Cinuçen Tanrıkorur da yakın tarihimizin en güzide değerlerinden biridir.

Bir udi olarak hakikat hatırlatıcısı

Yakın tarihimizin önümüze koyduğu kültürel yıkımlar, derin kopukluklar ve büyük inkıtalar, ülkemizde herhangi bir sanatı icra eden kişileri, sanat eserlerinin dışında sözlü ve yazılı olarak da insanlara seslenmeye yöneltmiş; dertlerini ve büyük yıkımların sebep ve neticelerini insanlara aktarmaya, anlatmaya neden olmuştur. Cinuçen Tanrıkorur, udiliğinin yanı sıra Türk kültürünün, Türk müziğinin ve kimliğinin, Türk mûsikîsinin yaşadığı sarsıntıları, çalınan mirasını sadece ûduyla, beseteleriyle ve sesiyle değil; aynı zamanda yazdıklarıyla da bizlere yitirdiğimiz hakikatlerin hatırlatıcılığını yapmıştır. Cemil Meriç’e olan düşkünlüğünün etkisiyle de kendisini bir nâsir olarak inşa etmiştir Tanrıkorur.

Türk mûsikîsi ses sistemini, makam ve tasnifi, usûlleri, tekses ve çokses çekişmesini, müzik eğitiminin nasıl olması gerektiğini, Türk mûsikîsinin evrenselliğini, mûsikîmizin ne şekilde yıpratıldığını Cinuçen Tanrıkorur yazdığı çeşitli denemelerde kaleme almıştır. Bir sanatkâr olarak dert sahibidir Cinuçen Tanrıkorur. Bizlere mûsikî sahasında neyi yitirdiğimizi hatırlatır. Dede Efendi, Zekâi Dede, Tanbûrî Ali Efendi, Tanburî Cemil Bey, Hüseyin Sâdeddin Arel, Sâdeddin Kaynak, İsmail Baha Sürelsan, Mes’ud Cemil, Şerif Muhiddin Targan, Sadi Işılay, Yorgo Bacanos, Münir Nurettin, Bekir Sıtkı Sezgin, Alâeddin Yavaşça bize hatırlattığı isimler arasındandır Cinuçen Tanrıkorur’un.

Hiçbir müzik evrensel değildir

Cinuçen Tanrıkorur’un en büyük dertlerinden biri de müzik eğitimidir. Tanrıkorur yanlışın tespitini çekinmeden yapar, hakikati olduğu gibi söyler: “ Müzik açısından Cumhuriyet tarihimizin en büyük yanlışı, Batının müzik-tiyatro- opera- bale gibi sanatlarının Türk toplumunca tanınıp-sevilip-öğrenilmesinin Batılılaşmayı sağlayacağına, bunun da halkın özellikle Türk müziğinden soğutulup uzaklaştırılmasıyla mümkün olacağına inanılmış olmasıdır.” Bu tespitinin neticesi ortadadır. Kendi müziği konusunda bilgisiz bırakılmış bunun yanında Batı müziği ve diğer Batı sanatlarını da yarım yamalak öğrenmiş ancak benimseyememiş bir sanatçı tipi. Bu sanatçı tipi Batı’yı benimseyememiştir çünkü  Tanrıkorur’un ifadesiyle “ müzik- bütün milli sanat ürünleri gibi- her kültürün kendi öz mantığı ve semantiği ile konuştuğu bir dildir. Bu yüzden hiçbir müzik evrensel değildir.” Ancak malum yıllarda devam ettirilen tek gözlü politika, ferdiyet olarak Türklük üzerine, Türk’ün değerleri ve kültürü üzerine bir kişilik inşaası yürütürken; müzik konusunda Türk Mûsikîsi’nin tüm değerlerini, tüm ulularını saf dışı bırakarak, kilise kökenli olduğu çok iyi bilinen Batı sanat müziğinin öğrenilmesini, benimsenmesini ve Türk halkının bu müzik ile gıdalanmasını öngörmüştü. Ancak yapılan bu politika Bağdat’tan dönmüş, Türk halkı kendini anlatan ve kendilerinin olan müziği çalıp söylemişti.

Bu toprakların meyvesi-rüzgârı-tozuyum

Cinuçen Tanrıkorur bu toprakları adeta benimsemiş bir isimdir. ‘Türk Müzik Kimliği’ isimli eserinin hemen girişine şu notu düşer: “ Her insan gibi benim de bir annem ve babam var; nur içinde yatsınlar. Ama ben onların olduğu kadar, bu toprakların meyvesi-rüzgârı-tozuyum.” Onun eserlerinde bu topraklara ait olan her daim fark edilir. Gerek Türk şiirin de olsun gerekse de mûsikîmizde birçok sanatkârın Cinuçen Tanrıkorur’a ithafına şahit olmuşuzdur. Bu ithaflar içinde benim dikkatimi çeken ve beni en çok etkileyen ithaflardan biri de değerli şair Celal Fedai’nin İç şiir kitabında yer alan ‘ Tarla Dönüşü’ isimli şiir olmuştur. ‘ Tarla Dönüşü’ aslı itibariyle Cinuçen Tanrıkorur’un bir bestesidir. Tanrıkorur bu eserinde bizlere uduyla öyle bir ses dünyası açar ki; sabahtan akşama kadar tarlayı çapalamış, toz ve toprağa bulanmış bir ırgatın yorgunluğuyla dolar ancak gün sonunda tarlanın işini bitirmiş olmanın sevinciyle evine dönen aynı ırgadın sevincini yaşar insan. Celal Fedai, Tanrıkorur’un peşi sıra gitme duasını ederek, bu mükemmel besteye bir şiir yazmış. Bu şiir ile yazımızı sonlandıralım ve umalım ki bu büyük sanatkârı sene-i devriyesinde hakkıyla hatırlamış olanlardan olalım.

Tarla Dönüşü

En güzel görünüşü insanın tüm görünüleri içinde

Yabanına bile ayıp değil gün ortası doyasıya bakılabilir

Görmeli bizi oğlumuz göstermeli akranına öylece:

“Gün uzarken gölgesi yok olan var ya, babam işte…”

Kavi toprağa diktiğimiz hiç ölmeyecek ömrümüzdür

Biçtiğimiz yazgımızdır döller tohumunu dökülmekle

Karşılamalı bizi Hazreti Azrail omzumuzda tırpanımız

Tarla dönüşü almalı canımızı kızcağızımızın önünde.

Belki böbürlenmez de babalar dönerken tarlalarından

Nallarını ölümüne çakarken atların çot nalbant neşeyle

Anneler unutmaz olur azık torbalarında çiçekli oyalarını

Bir yerlere çiy düşer belki şenliğini yetirmiş yeryüzünde.

Yıldızlardan doğmuş gibi yollarda uyuyup uyanmış gibi

Bu en güzel görünüşü insanın tüm görünüşleri içinde

Susarak elemine varmış yeşil otlar arasından geçerek

Hazreti Cebrail böyle sevdirmiş onu sevdiğine gizlice.

Ey kul oğlu kul mevsimin gelmiş mûsikî ruhun şad olsun

Yeryüzünde en güzel şahitleridir cümle çocuk Allah’ın

Asma altında unutulmuştu mızrap, bışkı ve hıçkırık

Döndüler senden sonra çocuklar da yabalar ellerinde.

Metin Erol, meşk ile yazdı…

Yorum bırakın