Dervişlik

“Geydim Hırkayı” Kitabı Üzerine Söyleşi

“OTUZ SENEYİ GEÇTİ OTUZ SANİYE GEÇMEMİŞ GİBİ, YANIYORUM”

Allah-u Zülcelâl’in öyle kulları vardır ki Rabb’ül Âlemin Kur’an-ı Kerim’inde: “E lâ inne evlîyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn. / Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, üzülmeyecekler ve mahzun da olmayacaklardır.”, âyetiyle onlara hitap buyurur. Bir hadis-i kutside ise; Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim…”(Buhârî, Rikak 38.) buyrulmuştur.

Bizler şeksiz şüphesiz inanırız ki Safer Efendi Hazretleri, yukarıdaki âyete de hâdise de mazhar olmuş güzidelerden bir güzidedir. Rabbim şefaatine bizleri nail eylesin. Efendi Hazretleri’nin sene-i devriyesi ( 21 Şubat ) münasebetiyle Geydim Hırkayı kitabını derleyen Adalet Çakır Hanımefendi ile konuştuk.

 

 

1-Nasıl biriydi Safer Efendi Hazretleri? Efendi Hazretleri’nin bir portresini çizer misiniz?

 

Cevherin takdîrini ancak sarraf yapar, sözü meşhurdur. Dolayısıyla bu hususta konuşmak bizim haddimizi aşar. Ancak, sohbetlerin bıraktığı intibâdan hareketle, onun sohbetine iştirak eden kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı, âlim-cahil, müslim- gayr-i müslim, yerli-yabancı her kesimden insana karşı tavr u muâşeretinden yola çıkarak bir şeyler söyleyebiliriz. Safer Efendi’yi uzak veya yakından tanıyan herkes, ekmel derecedeki tevazûsuna hayrandır. Nitekim sohbet ederken kendisi yerde oturduğu halde, hâfızları, âlimleri ve misafirlerini üst başa oturtur ve uğurlamak için de hasta bedenini ayağa kaldırmaktan içtinap etmez. Talebelerinden biri bu halini tarif etmek için, “onu dervişlerinden ayırmak zordu. Hayatında ilk defa gören misafirler, onun çevresinde oturan yüzlerce kişinin mürşidi olduğunu fark etmekte zorlanırlardı” diyor. Kendisinden yaşça küçük olan Bağdatlı bir Seyyid’i eğilip dizinden öpecek kadar mütevâzi olduğu gibi, “Onların cismine dokanmak bizi cehennemden âzâd eder” diyecek kadar da Ehl-i Beyt aşığıdır Safer Efendi. Meşhur sehâveti gereği, sohbete başlamadan önce ikrama başlar. Çocuklara çikolata şeker, misafirlere gecenin hatırası kaset, kitap, levha vs., önündekilere tabağından, ulaşamadıklarına atarak mutlaka bir şey vermek mutadıdır. Cömertliği meslek edinmiş olan Safer Efendi için, “kendinden, sağlığından, zamanından, ailesinden en kolay da cebinden verdiği” söylenmiştir. Her kesimden insanla çok tabiî ve kolay bir iletişim kurmuştur. “Gönül lisanı”nı bilen “erler”den olduğuna kuşku yoktur. Çok küçük bir örnek. Safer Efendi, Amerika, Fransa, İspanya, İtalya gibi yabancı memleketlerden gelen misafir veya bendegânı ile mütercimler vasıtasıyla konuşmuştur. Onların lisanlarına vâkıf olmadığı halde, sözleri tercüme edilirken bâzen müdahale eder ve doğru yapılmadığı uyarısında bulunur. Vefâyı onunla tarif etmek sanırız yerinde olur. Kalbinde yaşattıklarını, sohbetlerinde de dilinden düşürmez. Tabiî bunların en başında Fahreddîn Efendi gelmektedir. Uzakta olanlara mektup yazar, selâm gönderir, göçmüşleri, hastaları, sıkıntısı olanları dualarında ismen zikreder; ayrıca yakînen ilgilenir. Safer Efendi, Mürşid-i Azîz’ine “bendegânın Baba Sultanı” dediği gibi, onun bağlıları da kendisini “müşfik bir baba” olarak nitelemişlerdir. Aynı yolun sâliki olan Tosun Bayrak onun bu yönünü, “Safer Efendi, şefkat ve muhabbetiyle, herkese en çok kendisini seviyormuş gibi hissettirirdi” sözüyle vurgulamaktadır. Yani selefi olan Mürşid-i Azîzi’nin “Bendegânının Baba Sultanı” sıfatını hakkıyla tevârüs etmişlerdir.

Nüktedân bir mîzâcı olan Safer Efendi’nin, anlattığı fıkralar, yaptığı latîfeler ile dinleyenleri neşeye gark ettiği, sohbetinde bulunanların malûmudur. Can dostu Kemal Baba’ya yaptığı şakalar da meşhurdur.

 

2-Safer Efendi Hazretleri’nin çocukluk ve gençlik yıllarından bahseder misiniz?

 

Safer Efendi Hazretleri, 20 Ağustos 1926 yılında, İstanbul’da Suriçi semtlerinden Eğrikapı’da dünyaya gelmiştir. Babası Sadık Efendi, Debre muhaciridir, Arnavut’tur. Ailenin geçimini, Rumlar’dan öğrendiği helvacılık ve dondurmacılıkla temin etmektedir. Annesi Ülker Hanımefendi ise Emir Sultan sülalesinden ve Çanakkale şehidi bir babanın kızıdır. Çok küçük yaşta yetim kalması ve tabiatındaki mülayemet, onu evladlarına karşı son derece müşfik bir annedir. Safer Efendi, onun terbiyede en katı olabileceği durumu “ancak eteği ile dövebilir” cümlesi ile ifade edermiş. Safer Efendi’nin fart-ı zekâdan dolayı son derece haylaz bir çocukluk geçirdiğini torunlarına aktaran da yine Ülker Hanım’dır. Vâlidesinin anlattıklarını gülerek dinleyen Safer Efendi, “Anacım, bari çocukların yanında anlatma” diyerek latîfede bulunurmuş. Öte yandan bizzat kendisinin hikâye ettiği hadise, Vâlidesini haklı çıkarır niteliktedir. Mide bulantıları sebebiyle kendisini muayene eden Fransız doktor Allen, “çocukluğunuzda hiç kafa üstü düştünüz mü” diye sorduğunda “evet” der ve anlatır: “Çocukken, en uçtaki kozalağı almak için çam ağacına çıktım. Tırmanırken yere düştüm. Tabiî, ben yüzümü görmüyorum. Şevki –Safer Efendi’nin ağabeyidir- çok korktu. Sakın evdekilere söyleme dedim. Ama o yüzümü kanlı görünce koşup eve haber vermiş. Annem, babam, büyükannem koşarak geldi. Tabii, büyükannem beni hemen arkasına aldı.” Şefkatli olduğu kadar dirayetli bir hanım olan Ülker Hanım, özellikle iki erkek evladını hayata hazırlamak için son derece titiz davranmıştır. Bu sebeple Safer Efendi’nin elinden her işin geldiği söylenir. Dervişali mahallesindeki 17. İlkokul’da, halk arasındaki ismiyle Taş Mektep’de ilkokulu bitiren Safer Efendi, ortaokul tahsilini yarım bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. II. dünya savaşının doğurduğu maddî zorluklar sebebiyle, öğretmenlerinin bütün ısrarlarına rağmen babası, okuldan almıştır.

 

 

3-Efendi Hazretleri’nin Fahrettin Efendi Hazretleri’ne biat edip dervişi olması ne şekilde vuku buluyor?

 

Şurası çok açık ki, Safer Efendi’nin Fahreddîn Efendi’ye bîatı onun hayatının dönüm noktası olmuştur. Bu konu bilenlerin malûmudur, yazıldı da. Hatırlatmak kabîlinden kısaca bahsedecek olursak; Safer Efendi, 1950 yılından itibâren bir mürşid-i kâmile bağlanma arzusu ile arayış içine girmiştir. Kādirîhâne şeyhi Gavsî Efendi ve Ayni Ali Baba dergâhı şeyhi Muhyiddîn Ensârî Efendi gibi tasavvuf muhitinden bâzı zevatla tanışır. Aynı yıllarda İstanbul’un meşhûr hâfız ve vâizlerinden Büyük Cemal Efendi’nin vaazlarına da devam etmektedir. Ancak muhtelif tarîklardan dâvet almış olmasına rağmen kalbi bir türlü mutmain olmamıştır. Hal böyleyken bir gün, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin yeğeni Mustafa Sabri Bey, kendisine ‘Fahreddîn Efendi’yi işaret eder. Bundan sonrasını Safer Efendi şöyle anlatır: “Burada (Karagümrük), dörtyol ağzındaki kahveci dervîşti, Uşşâkî dervîşi Mehmed Efendi. Şeyhlerin, dervîşlerin uğrak yeriydi o kahvehâne. Orada tanıdık Fahreddîn Efendim’i önce. Gönül trafiğimiz karışık tabî, bir türlü karar veremiyoruz. Derken, bir gün Fahreddîn Efendim dâvet etti bizi. Aldırmadık önce. Sonra (Sa’dî şeyhi) Râşid Efendi’nin babasının (Âkif Efendi) cenazesi münâsebetiyle Sümbül Efendi’ye gitmiştik. Kabristandan dönerken, Kemal Baba ile ikimiz Fahreddîn Efendim’in koluna girdik. ‘Ben sizi dâvet ettim, niye gelmediniz?’ dedi. ‘Geliriz inşallâh Efendim’ dedim. ‘Öyle geliriz, melirizle olmaz! Bu Cuma gecesi boy abdesti al, arkadaşını da al gel’ dedi. Gittik, intisâb ettik, Kemal Baba’yla birlikte.” Yıl, 1953. Hâdisenin zuhura gelişi elbette önemli olmakla birlikte çok daha önemli olan, Safer Efendi’nin Fahreddîn Efendi’ye nasıl bir derviş olduğudur. Bir sohbetinde kendisine sorulur; şeyhi ile tanışması ve ondan sonraki değişimler.. Cevabı ise şudur: “Nasıl ifade edeyim? Bu iç âlemini insanlar kâfi değil ifade etmeye. Otuz seneyi geçti âhirete gideli. Otuz saniye geçmemiş gibi, yanıyor. Bak orada resmi var. İfâdesi mümkün değil. İşte onun aşkı, şevki; ben çok hastayım, yani cismen. Aktar dükkânı gibi, hastalıklarım var; birkaç defa enfarktüs geçirdim, ülser var, zatürre oldum. Daha henüz geçmedi. Şekerim yüksek, 400. Ayaklarım şişiyor, bak, o aşktan geri kalamıyorum, işte onun muhabbetiyle, onun muhabbetiyle yaşıyorum.”

 

4-Safer Efendi Hazretleri’nin tasavvuf hayatımıza ve bilhassa Tekke Musîkimize yapmış olduğu çok değerli katkılar var şüphesiz! Bunlar nelerdir?

 

Sadece sohbetlerini okuduğumuzda bile, Safer Efendi’nin irfan meclisinin aynı zamanda konservatuar mesâbesinde mûsikî tahsil edilen bir yer olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. O evvelâ mürşidi Fahreddîn Efendi’den tasavvuf irfan ve kültürüne dair ne öğrenmişse olduğu gibi aktarmıştır. İntisabından sonra mûsikî ile meşgul olmaya başlamıştır. Cerrâhî âsitânesi zâkirbaşılarından sertarîk Ali Haydar Efendi ilk mûsikî hocasıdır. Bir sohbetinde fiilî olarak bu alanda onu gayrete getirenin Albay Selâhattin Bey (Gürer) olduğunu söyler: “İlk besmeleyi o çektirdi. Bir dosya getirdi bana, yüz küsur ilâhî notası. ‘Ne olacak abi bunlar?’ ‘Bunları sana vereceğim’ dedi. ‘Yâhû ben nota bilmiyorum.’ ‘Olsun’ dedi, ‘bu işi sen yürüteceksin’.” Bu vazîfeyi alan Safer Efendi, Hopçuzâde Şakir Efendi (Çetiner), Hüseyin Sebilci, Salâhî Dede (Selâhattin Demirtaş), Yarbay Zühtü Bey, Cerrâhî Âsitânesi zâkirbaşısı Necati Bey, Hâfız Hüseyin Tolan, Hâfız Yaşar Okur, Hâfız Asım Bey gibi bestekâr ve mûsikîşinâsların, bestelerini kendi seslerinden makara teyplere kaydetmiştir. Kimi zaman üstadları “hazîne-i irfânını yokla” cümlesiyle harekete geçirmeye çalışmış, kimi zaman teybini saklayarak gizlice kayıt almak zorunda kalmıştır. Onun bu konudaki gayretini gören, meşk hocalarından Hafız Yaşar (Okur) Efendi, “Oğlum Safer, bu işler demode oldu, bunlarla ne uğraşıyorsun?” dediğinde ‘Belki bir gün moda olur” cevabını vermiştir. Karamürsel’de yaşayan Rumelili bir hanımdan ‘Acep lütfun seherinde’ ilâhisini kayda alabilmek için gece yola revân olduğu söylenir. Ancak hanım sofu olduğu için sesinin kayda alınmasını istemez. Bu uğurda tartışmasız bir iknâ kabiliyeti olan Safer Efendi, Harâbâtî şeyh Kadrî Efendi’nin kerîmesi Hüsniye Bacı’yı devreye sokar ve ilâhîyi okumaya râzı eder. Üstatların zaman zaman mutaassıp ve nekes tutumuna karşı sabırlı, kararlı ve iştiyaklı hâli ile pek çok eseri kaybolmaktan kurtaran Safer Efendi, arşivlediği ses kayıtlarını 1980’li yıllarda tanıştığı kanûnî Cüneyt Kosal ve Metin Alkanlı’ya vererek bu eserlerin notaya alınmasını sağlamıştır. Notaya alınan eserleri, eski İstanbul tekkelerinde icrâ edilen zikir usulleri ile meşk ettirerek yeni nesillere öğretmiş, meşkler sırasında istîdatlı müzisyenlere kendisi bizzat güfte vererek bestekârlığa teşvîk etmiştir. Bu uzun soluklu hizmetinin şahitlerinden bir Zât-ı Muhterem, “Âyinlerin icrâsında, usulüne göre yapılışında yüzde seksen pay onundur. Yüzde yirmiyi diğerleri paylaşır” demiştir. Bu arada kendisi de şâir ve bestekâr olan Safer Efendi’nin sevilerek okunan dokuz bestesi olduğunu da unutmamak gerekir. Bunların içinden en meşhuru, Fahreddîn Efendi’nin “Tevhîd etsin dilimiz” nutkuna yaptığı hüseynî bestedir. Bir talebesi, mûsikî ile alâkasına farklı bir yorum getirerek, Safer Efendi’nin hakîkî hüviyetini mûsîkînin ardına gizlediğini söylemektedir!

 

5-Safer Efendi Hazretleri’nin hayât-ı seniyyesi boyunca canı, ciğeri olmuş bir mübarek var. Kemal Baba. Kimdir Kemal Baba? Safer Efendi Hazretleri’yle olan ilişkisini anlatır mısınız?

 

Bu sorunun en kestirme cevâbı herhalde, Safer Efendi hazretleri kim ise Kemal Baba da odur. Zirâ bu iki mübârek Zât’ın birbirine kurbiyetini anlatmak için “bir elmanın iki yarısı” denmiştir. Kemal Baba Safer Efendi’nin, iş arkadaşıdır; Haliç’teki Câmialtı Tersanesi’nde birlikte çalışmışlardır. Yol arkadaşıdır; Fahreddîn Efendi’ye birlikte dervîş olmuşlardır. Safer Efendi, Kemâl Baba’nın mahviyet sâhibi bir Zât olmasından dolayı ilk önce kendisinin bîat ettiğini söylemiştir. Bu iki dost, Fahreddîn Efendi’ye, Allah’ın bir ihsânıdır. Zîrâ bir Bursa seyahatinde Rukiye Vâlide Sultan Fahreddîn Efendi’ye “Allah bize bir evlat verseydi’ diye sitem edince Hazret, “Ben bir rüyâ gördüm. Allah bize öyle bir ikiz evlat verecek ki öz evlat olsa o kadar olur” diyerek, 1930’lu yıllarda Rukiye Valide Sultan’a Safer Efendi ile Kemal Baba’yı tebşîr etmişlerdir.

Yine Kemal Baba Safer Efendi’nin seyahat arkadaşıdır; hac, umre ve Muzaffer Efendi ile birlikte yapılan yurtdışı seyahatlerinde hep beraber olmuşlardır. İlk bestelerini bile birlikte yapmışlardır. Safer Efendi’nin Divân’ında yer alan bir nutuktan, Kemal Baba’nın 1976’da emekli olduğunu ve bir müddet evine çekildiğini anlıyoruz. Safer Efendi hasretini nutka dökmüş; Ey benim cânım Kemâl-i Ümmî / Cân ü cânânım Kemâl-i Ümmî beytiyle başlayarak, sonunda da Gelirsen her bâd Muhibbî’n dilşâd / Olalım âbâd Kemâl-i Ümmî buyurmuştur. Kemal Baba da bir şiirinde Can dostunu şöyle tanıtır: Dili her dem tevhîd eder / Her dâim Allah der gezer / Şefkatlidir iyiliksever / Büyük küçük hörmet eder /Adı güzel yektir Sefer / Tam babadır kerem eder. Kemal Baba’nın Safer Efendi hazretleri için fedâ-yı cân ettiği söylenir. İlk kalp enfarktüsü geçirdiği zaman hastanede, biraz iyileşince yanına giren Kerîmesi’nin üzgün halini gördüğü zaman, “üzülme, merak etme bir şey olmaz. Benim sağlam iki dostum var: Kemal ile Mustafa” cümlesi ile tesellî eder. Nitekim Kemal Baba bir gün Safer Efendi’ye “Ben olmazsam, sen olursun. Ama sen olmazsan, ben olmam” demiş ve kısa bir süre sonra da vefat etmiştir.

 

6-Sizler Safer Efendi Hazretleri’nin bant kayıtlarını Geydim Hırkayı ismiyle kitap hâline getirdiniz. Emeğinize sağlık. Pek güzel bir çalışma olmuş gerçekten. Peki kitabın ismi neden ‘Geydim Hırkayı’? Nedir hırka giymek?

 

Bilindiği üzere tarîkat kültüründe hırka giymek, derviş olmaktır. Safer Efendi’nin ifadesiyle, “Aşkullah ve aşk-ı Resûlullâh verâsetidir.” Yine bilenlerin mâlumu olduğu üzere, Safer Efendi’nin dillerden düşmeyen bir nutku, Geydim hırkayı Hakk’ın yolunda mısraı ile başlamaktadır. Ve bu nutuk Safer Efendi’nin Fahreddîn Efendi’ye intisabından âhirete irtihaline kadar, kelimenin tam anlamıyla dervişliğe vakfettiği hayatını pek güzel hülâsa eder:

 

Geydim hırkayı

Hakk’ın yolunda

Sildim aynayı

Hakk’ın yolunda

 

Mustakîm oldum

Nefsimi bildim

Dostula dostum

Hakk’ın yolunda

 

Namaza durdum

Kâbe’yi buldum

Bilmezem n’oldum

Hakk’ın yolunda

 

Adını sevdim

Zikrini ettim

Vechini gördüm

Hakk’ın yolunda

 

Resûl Mustafâ

Dost-ı Kibriyâ

Şâh-ı enbiyâ

Hakk’ın yolunda

 

Nûreddîn pîrim

Fahreddîn şeyhim

Aşkî azîzim

Hakk’ın yolunda

 

7) Safer Efendi Hazretleri’nin sık sık dile getirdiği, özellikle vurguladığı hususlar nelerdir?

 

Safer Efendi hazretleri, fukarâya kanaatı (haline râzı olmayı), zenginlere sehâ ve keremi (düşkünlere yardım etmeyi), mütekebbire tevâzuyu, yaşlılara şefkatli ve merhametli olmayı, gençlere büyüklerine hürmet ve muhabbet etmeyi telkîn etmiştir.

Tabiatta gördüğü her güzellik karşısında, “Usta yaman” dermiş. Dervîşlik sırrının, ‘Hakk’a muhabbetle ubûdiyyet, mahlûkata şefkatle hizmet’te gizli olduğunu her dâim hatırlatmıştır. Bu sebeple, “Yarın rûz-ı mahşerde sana sorulacak şudur; ömrü hayatın boyunca kaç kişinin göz yaşını sildin?” buyurmuştur. Şahsî ve içtimâî bütün problemlerin ancak muhabbetle izâle edilebileceğini talîm etmiştir. Safer Efendi’ye göre “Din sevgidir, aşktır, meşktir. Sevgisiz din olmaz, külfettir.” Ömr-i hayatını Mürşid’ine duyduğu aşk ve muhabbetle geçiren Safer Efendi hazretleri, hem Fahreddin Efendi’ye hasretini ve hem de kendisini sevenleri kastederek, “Otuz sene biz yandık, otuz sene de siz yanın” buyurmuştur.